Çöpeçevre Kuşatıldık!
Bunun yanında, tanıtım, propaganda ve tabi ki
siyaset de bileceksiniz. Çünkü çevre mücadelesi, ekoloji ideolojisine uygun
politikaları savunmayı gerektiriyor. Tarım, endüstri, kentleşme, enerji gibi
yüzlerce konuda uygulanan politikaları ekoloji ile uyumlu hale getirecek
siyasal mücadele yöntemleri üretmek gerekiyor!
Çevre mücadelesi, aslında bir ekoloji
mücadelesidir. Her vatandaşın; önce can derdi ile sonra da gelecek derdi ile
yapması gereken mücadelelerin başında gelir! Eğer içinde yaşayacak bir çevre
olmazsa diğer mücadele ya da hâkimiyetlerin ne anlamı kalır?
Bu “ekoloji” mücadelesi sayesinde bir çok
‘aktivist’ ile tanıştım. Sadece bölgesel değil, Türkiye’nin hatta dünyanın
çeşitli ülkelerinden farklı siyasi görüşlere sahip ama çevre meselelerini fark
etmiş mücadeleciler ile tanışma imkânı buldum ama yine de en ilginç -ya da Aziz
Nesin hikâyesi gibi ne kadar olay varsa- hepsi bizim ülkemizden çıkıyor! İşte,
bir örnek: “Çevreci” olarak bilinen bir arkadaşım il genel meclisi üyeliğine
seçildiğinde o ilin valisi tarafından, “Sen
artık benim temsilcimsin. Çevre-mevre bitti!” diye uyarılıyor!!!
İşte, bu söz, gösteriyor ki; bürokrasinin
gözünde çevreciler, doğrudan cephe alınan bir ideolojinin temsilcileri halini
almıştır. O il genel meclisi üyesi, halkın değil de valinin temsilcisi ise, o
göreve niye atamayla getirilmez? Darbe dönemlerinde, dikta şak diye atama
yapıyordu. Belediye başkanı falan hepsi askerdi... Bu tür baskılara
çevrecilerin karnı tok!
Niye böyle saçmalıyorlar, çünkü bilimden
uzaklaştılar. Hadım edilmiş bir eğitim sisteminin hurafe dolu kültürüne
sevdalılar! Bakın etrafınıza, “çevreciyim” diyen, eğitimsiz birini
göremezsiniz. Hepsi okur, hem de okur, düşünür, yazar... O yüzden, bu tür
bürokratlar ile çevreciler aynı görüşte değiller. Bunların; iradeleri
çürütülmüş! Efendi-kul, mürit-mürşit ilişkisine ağa-maraba ilişkisini de
harmanlayarak “siyasal model” inşa eden bir cüruf tarafından yönlendirilenler;
çevreyi, doğayı, bağımsızlığı filan düşünemez ki! Böyle birine sorarsanız,
“Büyüklerim bilir, bana sormayın” der! Bunların, öncelikle bağımsızlığı kendi
iradelerinde sağlaması gerekir! Hepsi bu kadar da değil: 12 Eylül 1980’in
çocukları daha yeni başladı... Bizim kuşak, 80’lere 10-12 yaşında girenler ve
daha küçükler...
Batı,
Niye Batı?
Endüstri devriminin ilk günlerinde kimya,
fizik, biyoloji, tıp gibi konularda keşiflerin hızlandı. Bu bilimsel
çalışmaların etkisi ile -ya da sayesinde- teknolojik gelişmeler de başladı.
Aynı dönemde bizler ise kişisel çıkar ve keyif peşinde koşma konusunda
ilerliyorduk. O dönemde de her şeyi laleler ile çözeceğini zanneden ‘laleler’
vardı... Aslında Lale Devrinin lay-lay-lom hayatı da öyle uzun bir dönem
değildir. Ama çöküşün başlangıcı olarak, kilometre taşlarından en büyüğüdür.
Geçen, 300 yıl boyunca kalitesi her geçen gün
düşen bir hayat tarzını özümsemiş olmamızda bütün suçlu biziz. Eğer, ülkenin
içinde bulunduğu çarpık ve çürümüş çarkları daha arızayı ilk fark ettiğimizde
değiştirme isteğinde olsaydık, arıza ölümcül sonuçlar oluşturmayabilirdi. Belki
çöküş hiç yaşanmazdı. Biz de şimdiki saltanat sevdalılarını mutlu ederdik:
İngiltere gibi monarşik–demokrasimiz ya da S.Arabistan gibi monarşik-diktokrasimiz
olurdu.
Ama burada, meselenin esas ince noktasını
kaçırmamak gerekir! “Bozulan ya da
çürüyen çarkları zamanında değiştirebilseydik durum kronikleşmezdi.” Bu
analiz Osmanlı’nın son dönemini çok iyi özetliyor.
Peki, ne değişti de çöküş başladı? Soruların
başında bu gelir. Cevap olarak, eğitim sistemindeki değişimden söz edebiliriz.
Fikir adamlarının pozitif bilimlerden uzaklaşması bu sürecin en önemli
tetikleyicisidir. Bilim, iki şekilde yürütülür:
1-Olan bilimsel bilginin belletilmesi.
2-Yeni bilimsel bilgilerin üretilmesi.
Bizler bugün de dâhil bu ikinci seçeneği hep
boşladık. Bilimsellik adına öğretme işini -çarpıtarak; ezberci belletme
şeklinde- öne çıkardık. Araştırma faaliyetini iş dünyasının dışında tutarak
sadece akademik alanda yapılan, yapılması gereken bir uğraş haline getirdik. Bu
bilim politikası ile geçen 300 yılın sonunda tamamen dışa bağımlı, satın al
kullan sistemini işleten, eğitim kurumlarının bile franchise (bir markanın
acentesi) halinde hizmet sunduğu UTANÇ DENİZİNE gömüldük!
Yüzme bilmediği için karşı kıyıya denizin
dibinden yürüyerek gidebileceğini zanneden bir kâşif(!) kadar cahil bırakıldık.
Bunu reddedenlerin yaptığı ise yüzmeyi öğrenmek yerine Amerikan
üniversitelerinden ya da teknoloji firmalarından büyük paralar karşılığı kayık
kiralamak! Evet, kayık kiralamak! Yüzme hocası değil! Çünkü yüzme hocası
kiralasalar bizim çalışmamız ve yüzmeyi becermek için gayret göstermemiz
gerekecek! Ama hazıra konmak varken, kim uğraşacak su yuta-yuta yüzme
öğrenmekle?
Daha acı olan ise, kendi başına kayık yapmaya
ya da yüzmeyi öğrenmeye çalışanların kafasına vurmak için devriye gezen
kalabalık bir bürokrat kadrosu besliyoruz.
Dönüyoruz dolaşıyoruz hep aynı yere
geliyoruz:
Teknoloji,
bilimsiz; bilim, bilgisiz; bilgi, keşifsiz; keşif, kaşifsiz OLMAZ!!!
“Cahillik, bilmemek değil, “bilmediğini”
bilmemektir. Cahil, çöptür; çöpün yeri, çöplüktür.” (Bu sözümün, “Trakya, büyük
bir çöplüğe çevrildi” tezimle hiçbir bağlantısı yoktur. :))) O da ayrı bir
çöplük konusu.)
Hep sevgi ile kalın…
Benzer Haberler
- TREDAŞ’ın Güvenli Göç Güzergâhındaki Leylek Yuvaları Hazır
- Deniz Çöplerinin Yarısını, Ambalaj Atıkları Oluşturuyor
- Temiz Nefes'e Gelen Şikâyetler Takip Ediliyor!
- SECAP İç Paydaş Eğitimleri Tekirdağ'da Başladı
- İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Eğitimlerine, 650 Öğrenci Katıldı
- Depolama Tesisi, Eski Milletvekili ile Başkanı Karşı Karşıya Getirdi!
- SECAP Açılış Toplantısı Tekirdağ’da Gerçekleştirildi
- Abdülhamit Han Ortaokulu, Zirvede Yer Aldı
- Çorlu Kent Konseyi, PAKOP’la İlgili İtirazda Bulundu!
- Kumluca Deresi’ndeki Islah Çalışmaları Devam Ediyor