Çöpeçevre Kuşatıldık!
reklam
01 Mayıs 2014
Çöpeçevre Kuşatıldık!

Çöpeçevre Kuşatıldık!

Çevre mücadelesinin içine girince, sizinle aynı bakış açısına sahip birçok doğa dostu ile karşılaşıyorsunuz. Ama çevre sorunları ile mücadele etmek için sadece doğa dostu olmak yetmiyor.

Bunun yanında, tanıtım, propaganda ve tabi ki siyaset de bileceksiniz. Çünkü çevre mücadelesi, ekoloji ideolojisine uygun politikaları savunmayı gerektiriyor. Tarım, endüstri, kentleşme, enerji gibi yüzlerce konuda uygulanan politikaları ekoloji ile uyumlu hale getirecek siyasal mücadele yöntemleri üretmek gerekiyor!

Çevre mücadelesi, aslında bir ekoloji mücadelesidir. Her vatandaşın; önce can derdi ile sonra da gelecek derdi ile yapması gereken mücadelelerin başında gelir! Eğer içinde yaşayacak bir çevre olmazsa diğer mücadele ya da hâkimiyetlerin ne anlamı kalır?

Bu “ekoloji” mücadelesi sayesinde bir çok ‘aktivist’ ile tanıştım. Sadece bölgesel değil, Türkiye’nin hatta dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı siyasi görüşlere sahip ama çevre meselelerini fark etmiş mücadeleciler ile tanışma imkânı buldum ama yine de en ilginç -ya da Aziz Nesin hikâyesi gibi ne kadar olay varsa- hepsi bizim ülkemizden çıkıyor! İşte, bir örnek: “Çevreci” olarak bilinen bir arkadaşım il genel meclisi üyeliğine seçildiğinde o ilin valisi tarafından, “Sen artık benim temsilcimsin. Çevre-mevre bitti!” diye uyarılıyor!!!

İşte, bu söz, gösteriyor ki; bürokrasinin gözünde çevreciler, doğrudan cephe alınan bir ideolojinin temsilcileri halini almıştır. O il genel meclisi üyesi, halkın değil de valinin temsilcisi ise, o göreve niye atamayla getirilmez? Darbe dönemlerinde, dikta şak diye atama yapıyordu. Belediye başkanı falan hepsi askerdi... Bu tür baskılara çevrecilerin karnı tok!

Niye böyle saçmalıyorlar, çünkü bilimden uzaklaştılar. Hadım edilmiş bir eğitim sisteminin hurafe dolu kültürüne sevdalılar! Bakın etrafınıza, “çevreciyim” diyen, eğitimsiz birini göremezsiniz. Hepsi okur, hem de okur, düşünür, yazar... O yüzden, bu tür bürokratlar ile çevreciler aynı görüşte değiller. Bunların; iradeleri çürütülmüş! Efendi-kul, mürit-mürşit ilişkisine ağa-maraba ilişkisini de harmanlayarak “siyasal model” inşa eden bir cüruf tarafından yönlendirilenler; çevreyi, doğayı, bağımsızlığı filan düşünemez ki! Böyle birine sorarsanız, “Büyüklerim bilir, bana sormayın” der! Bunların, öncelikle bağımsızlığı kendi iradelerinde sağlaması gerekir! Hepsi bu kadar da değil: 12 Eylül 1980’in çocukları daha yeni başladı... Bizim kuşak, 80’lere 10-12 yaşında girenler ve daha küçükler...

Batı, Niye Batı?

Endüstri devriminin ilk günlerinde kimya, fizik, biyoloji, tıp gibi konularda keşiflerin hızlandı. Bu bilimsel çalışmaların etkisi ile -ya da sayesinde- teknolojik gelişmeler de başladı. Aynı dönemde bizler ise kişisel çıkar ve keyif peşinde koşma konusunda ilerliyorduk. O dönemde de her şeyi laleler ile çözeceğini zanneden ‘laleler’ vardı... Aslında Lale Devrinin lay-lay-lom hayatı da öyle uzun bir dönem değildir. Ama çöküşün başlangıcı olarak, kilometre taşlarından en büyüğüdür.

Geçen, 300 yıl boyunca kalitesi her geçen gün düşen bir hayat tarzını özümsemiş olmamızda bütün suçlu biziz. Eğer, ülkenin içinde bulunduğu çarpık ve çürümüş çarkları daha arızayı ilk fark ettiğimizde değiştirme isteğinde olsaydık, arıza ölümcül sonuçlar oluşturmayabilirdi. Belki çöküş hiç yaşanmazdı. Biz de şimdiki saltanat sevdalılarını mutlu ederdik: İngiltere gibi monarşik–demokrasimiz ya da S.Arabistan gibi monarşik-diktokrasimiz olurdu.

Ama burada, meselenin esas ince noktasını kaçırmamak gerekir! “Bozulan ya da çürüyen çarkları zamanında değiştirebilseydik durum kronikleşmezdi.” Bu analiz Osmanlı’nın son dönemini çok iyi özetliyor.

Peki, ne değişti de çöküş başladı? Soruların başında bu gelir. Cevap olarak, eğitim sistemindeki değişimden söz edebiliriz. Fikir adamlarının pozitif bilimlerden uzaklaşması bu sürecin en önemli tetikleyicisidir. Bilim, iki şekilde yürütülür:

1-Olan bilimsel bilginin belletilmesi.

2-Yeni bilimsel bilgilerin üretilmesi.

Bizler bugün de dâhil bu ikinci seçeneği hep boşladık. Bilimsellik adına öğretme işini -çarpıtarak; ezberci belletme şeklinde- öne çıkardık. Araştırma faaliyetini iş dünyasının dışında tutarak sadece akademik alanda yapılan, yapılması gereken bir uğraş haline getirdik. Bu bilim politikası ile geçen 300 yılın sonunda tamamen dışa bağımlı, satın al kullan sistemini işleten, eğitim kurumlarının bile franchise (bir markanın acentesi) halinde hizmet sunduğu UTANÇ DENİZİNE gömüldük!

Yüzme bilmediği için karşı kıyıya denizin dibinden yürüyerek gidebileceğini zanneden bir kâşif(!) kadar cahil bırakıldık. Bunu reddedenlerin yaptığı ise yüzmeyi öğrenmek yerine Amerikan üniversitelerinden ya da teknoloji firmalarından büyük paralar karşılığı kayık kiralamak! Evet, kayık kiralamak! Yüzme hocası değil! Çünkü yüzme hocası kiralasalar bizim çalışmamız ve yüzmeyi becermek için gayret göstermemiz gerekecek! Ama hazıra konmak varken, kim uğraşacak su yuta-yuta yüzme öğrenmekle?

Daha acı olan ise, kendi başına kayık yapmaya ya da yüzmeyi öğrenmeye çalışanların kafasına vurmak için devriye gezen kalabalık bir bürokrat kadrosu besliyoruz.

Dönüyoruz dolaşıyoruz hep aynı yere geliyoruz:

Teknoloji, bilimsiz; bilim, bilgisiz; bilgi, keşifsiz; keşif, kaşifsiz OLMAZ!!!

“Cahillik, bilmemek değil, “bilmediğini” bilmemektir. Cahil, çöptür; çöpün yeri, çöplüktür.” (Bu sözümün, “Trakya, büyük bir çöplüğe çevrildi” tezimle hiçbir bağlantısı yoktur. :))) O da ayrı bir çöplük konusu.)

Hep sevgi ile kalın…

Editör : Tuğberk Erdem
2307 Okunma
KÖŞE YAZARLARI
Murat Sevgi

Murat Sevgi

Yılmaz Çivici

Yılmaz Çivici

Nijat Ayvaz

Nijat Ayvaz

Mehmet Ali Esmer

Mehmet Ali Esmer

Atıf Mutlu

Atıf Mutlu