Kumdan Kale
Murat Sevgi
Kaliteyi tanımlamak için kullanılabilecek iki
olgu vardır. Bunlar “fayda” ve “sürdürülebilirlik” olarak tanımlanabilir. Ürün,
hizmet ya da her türlü iş ve işlevi nitelendirmekte kullanılan ‘kalite’ kavramı
fayda olgusunu gözetir. Kaliteyi sağlayan özellikleri sürdürmek de gereklidir.
Sonuç olarak faydanın da sürdürülebilir olmasını düşünmek gerekir. İşte “kumdan
kale”, kalite, fayda, sürdürülebilirlik kavramlarının en ironik sembolüdür!
Artık
“kalitesizlik” popüler!
Kalite; özen ister, emek ister, beceri ister,
vasıf ister ve en önemlisi bilgi ister! Bunları bir araya getirmek zordur! Tabi
ki bu durumda kolayı seçenler bunlardan “feragat” ederler… Aslında “feragat”
etmezler! Neyin, niçin, nasıl, nerede gerektiğini bilmedikleri için; üretici vasıfları
olmadığı için; kalitesize eğilimlidirler… Kalitesizlik bir sarmaldır: Kaliteyi
gözetmeyen her birey, kalite düzeyini bir kademe düşürür. Böylece toplumsal
kalite yavaş-yavaş düşer… Sonuçta ilk durumdan daha kötüye ulaşılmıştır. Buna, ‘yozlaşma’ ya da ‘çürüme’ demenizin de bir anlamı yok!
Örneğin; yemek kültürünün en muhteşem
örneklerinden biri olan kebabı ele alalım: Kebap, ana malzemesi et olan;
işlenmesi ve servis edilmesine göre isimlendirilen türlü çeşitleri olan bir
yemek. Saray mutfaklarından tutun da büyük ziyafetlerin, gösterişli davetlerin
başyemeği olan kebap, sokak satıcılarının eline düştü. Ucuzlatılma (ve sözde
düşük gelir guruplarına da hitap edebilmesi) yalanları ile kaliteden taviz
verilmeye başladı. Önce etin kalitesi düşürüldü, yetmedi; ucuz et olarak
bilinen ‘tavuk’ kullanılmaya başladı. Bu da yetmedi, hiç et kullanılmamaya
başladı. Dönerci denilen, toz toprak içerisinde satış yapan, sokak kebapçısı
türünün oluşması ile birlikte iyice ucube bir yola girildi. Püre haline
getirilmiş mezbaha kırpıntıları (MDM) kullanıldı, hacim oluşturmak için soya
denilen ithal bitki ‘et’ diye kullanıldı. Lahmacun harcında havuç püresini et
diye kullanmalarına da kimse ses çıkarmadı. İşte yüz yıl öncesine kadar
“muhteşem” olan kebap tam anlamı ile sokağa düştü! Evet, o artık düşmüş bir
kültür değeri… Kalitesizliğimizin bayrağı ve “en dandik” sembolümüz…!
Sadece kebap konusunda değil ki! Salam,
sucuk, sosis gibi hazır satılan et mamullerinin tümünde bir ‘dandikleşme’ var!
Yıllardır süren bu çürümenin sona erdirilmesi için 1 Ocak 2013 tarihinden
itibaren gıda konusunda yeni bir mevzuat yürürlüğe girecek; “ürünlerin
ambalajlarında içerik doğru olarak yazılacak” diyor! Yoksa ceza! Konu ile
ilgili haberler medyayı sardı. Her yerde dolanıyor ama hemen ardında: “Yeni
mevzuat yüzünden ürünlere %30 civarında zam olacak” başlıkları da atıldı! Bu ne
demek? “Ben 1 Ocak 2013 tarihine kadar,
sahtekârdım, kalpazandım ama yasa ile birlikte artık ‘dandik’ üretimi
bırakacağım için maliyetlerim artacak. Bu yüzden zam yapıyorum!” demektir.
Yıllardır fabrika bacaları ile, lağımlarla,
çerle çöple, o çöpleri yakmayı yok etmek zannedenler ile, öküzlerle, gübrelerle
ve bin türlü pislikle uğraştığım için bu tür gıda kalpazanlarının da ciğerini
bilirim. Bunların da bir “pislik” türü olarak sınıflandırılmasından yanayım. Bu
‘pisliklerin’ kimseye -ama hiç kimseye- bir kuruşluk faydası olmaz! Sadece gıda
değil ki! Teknolojiden bilime, ekonomiden bayındırlık hizmetlerine kadar her
işimizde kaliteyi yerlerde sürünüyor!
Mesela; Roma, Bizans ya da Fatih Sultan
Mehmet zamanında yapılmış bir bina düşünün. Böyle binalar Türkiye’nin birçok
kentinde var. İşte bu binalar yüzlerce yıl öncesinden gelen, zamanın kültür
çığlıkları: “Buradayız, varız” diye bağırıyor! Peki, yüzlerce yıl sonra
teknolojinin en parlak dönemi safsataları ile anlatılan 20. ve 21. yüzyıl için
aynı şeyi söyleyebilecek birileri çıkacak mı?
Aslında 20. ve 21. yüzyılın tüm
teknolojisinin kumdan birer kaleden ibaret olduğunu Çernobil, Fukuşima gibi felaketler
sayesinde fark etmemiz gerekiyor ama algıda yaşanan kalitesizlik bunu
engelliyor… Endüstrileşme diye sevinip yanı başındaki Ergene’yi algılayamayan
siyasetçilerde de aynı kalitesizlik var! Bu kalite özürlü siyasiler ilk günden
beri vaatler ve söylemler ile toplumu kemiriyor. Günü kurtarmaktan başka bir
amaç ve hedef yok. Bunun dışında bir söylemin, bu çürümüşlük içerisinde şansı
da yok! Yani 2512 tarihinde, 500 yıl öncesinin (yani bugünün) kültüründen bir
şeyler görülebilecek mi? Hemen söyleyeyim: HAYIR!
500 yıl, tarih süreci içerisinde çok büyük
bir zaman dilimi değil. Ama insan nesli ekolojik bir felaketin sonucunda yok
olmayı başaramamış ve kanserli hayatına devam ediyor olursa: Ne yazık ki; yarın
da insanlık sadece Roma, Bizans ve Osmanlı eserleri ile karşılaşılacak! O zaman
diliminde bizim yaşadığımız zaman dönemi için: “Kayıp Zaman” ya da “Silinti
Dönemi” benzeri ifadeler kullanılacak.
Çok mu karamsar geldi? Ayrıntıları duyunca
daha da kararacaksınız: Bu gün, son 60 yıl içerisinde yapılan binaların en
eskilerinin yıkılma zamanı geldi. Bu günün teknolojisi(!) ile yapılmakta olan
binalar bile; bırakın 2512’yi 2112’yi bile zor görür! Yaşam süresi YÜZ YIL olan
çimento ile; plastik pencere, laminant yer kaplaması, alçı panel duvarlar,
kompozit kapılar, plastik boyalı binaların ne kadar yaşayacağını düşünüyorsunuz
ki? Asfalt kaplı yolların, beton viyadüklerin, beton dolgu barajların, yer altı
ve yer üstündeki elektrik ve iletişim şebekelerinde kullanılan plastik
kabloların, geri dönüşüme gönderilen çöplerin kullanıldığı naylon boruların
ürettiği lüksünüz; “süper lüks” olsa
kaç yazar! Tarihe geçeceğini zannederek on binlerce kişinin yaşaması için bina
yapan bir müteahhit, o bina yığınının kaç yıl ömrü olduğunu biliyor mu?
Hiç deprem olmasa bile cam, plastik, metal,
alçı ve beton yığınından oluşan “süper lüks” diye sunulan ‘hilkatler’ için bir
sürdürülebilirlikten söz edebilecek babayiğit var mı?
Haydi, çıkın! Karşıma çıkıp, deyin ki: “Ben,
tarihe geçeceğim!” Ben de size, “Hadi oradan!” diyeyim… :)))
Tarihe geçecek tek şey: “Kalitenin
düştüğüdür!”
Hep sevgi ile kalın.
(Bu konu devam edecek…)
Murat Sevgi Köşe Yazıları
- Endüstriyel D'evrim
- Göç'en İnsan' Halimiz
- Astronot Da Olur Musun?
- Bir Din Olarak Paraperestlik
- Tarımsal Strateji
- Gdo (Gündemi Değiştirme Operasyonu)
- Kültür, ‘Üretmek' Demektir!
- Ke[N]Dimi Arıyorum: ‘Meşgul'müşüm!
- Vatanın Kalbinin Attığı Yer
- Çorlulular, Kürecik'i İyi Bilir
- Egemenlikten Kurtuluyoruz
- Ekoloji Mi, Ekonomi Mi?
- Neyi Bekliyoruz?!
- Eşelon Ve Promis
- Öküzü Kim Çaldı?!
- Teknoloji Çağının Efsaneleri
- Öyle Veliye, Böyle Öğrenci!
- Nükleer Kobay
- Enerji Sorunları Ve Büyük İhanet
- Kahraman Ordumuza
- Enerji Verimliliği Semineri
- Kumdan Kale-2
- Facia Senaryosu
- Balık Kafası!
- Sosa Bulanmış Çöplük
- Uyutulan Toplum...
- Hayat Dersleri
- Bu Hale Nasıl Geldik?
- Genetiği Değiştirilmiş Olaylar
- 31 Mart Ayaklanması-1
- 31 Mart Ayaklanması-2
- Yakarak Enerji Üretmek “Yenilenebilir” Mi?
- Ateşle Oynuyorlar!
- Elektromanyetik
- Çakallar Sofraya En Son Oturur
- Gemiler Yandı, Geri Dönüş Yok!
- Yönetecek Bir Şey Kalmadı Ki!
- Popüler Kültür
- Her Yıl Aynı Terane
- Kurban Toplumu!
- Sokak Kültürü
- Namuslu / Namussuz
- Kent Ve Sanayi
- Sevgiler Günü'nde Tektaş Alın!
- Baz İstasyonu!