Balık Kafası!
Murat Sevgi
Kısa bir süre önce, endüstriyel verimlilik ve
ekolojik üretim süreçlerinin anlatıldığı bir konferansa katıldım. İstanbul’un
büyük otellerinden birinde çok gösterişli bir organizasyon çalışması
hazırlanmıştı. Hem akademi hem de iş dünyasından konuşmacıların olduğu
konferansta -yenilikler ve genel maksatlı sunuların yanında-, sponsorlardan
birinin konu ile ilgili birkaç sunusuna büyük yer verildi. Konferansın ikinci
gününde ise programda, teknik gezi vardı.
Sponsor firma tanıtım amaçlı teknik gezi
düzenledi. Anlatılanları yerinde göreceğimizi düşünerek sevindik. Geziye,
konferansı izleyenler arasından özellikle çevre ve verimlilik konusu ile
ilgilenen uzmanlar çağırıldı. Gezinin amacı belli: çoğu gazete ve dergilerde
teknik yazılar yazan bu uzmanlara işletmenin üstün vasıflarını göstermek.
Ve doğal olarak da, katılımcıların bu gezide
gördükleri ‘örnek’ işletmedeki kalite ve çevre duyarlılığını yazılarında
anlatmaları bekleniyordu.
Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra tesise
vardık. İçeri girdiğimizde çalışanların seyrek görüldüğü, ortalarda pek
kimsenin dolaşmadığı bir-iki yıllık (yeni) binalardan oluşan büyük bölümleri
gezdik. Ara verildiğinde, çok büyük bir yemekhaneye girdik. Ortalarda çok az
işçi gördüğüm için yüzlerce kişinin aynı anda yemek yiyebileceği büyük bir
salonlarının olmasına anlam veremedim. Dev yemekhanenin bir köşesinde, özel
olarak hazırlanmış masalarda, fabrikanın yöneticileri ile birlikte yemek yedik.
Masamızdaki tuzlukların, ekmek sepetinin ve su şişesinin etiketi bile üzerinde
duruyordu. Her şey sanki dün alınmış gibiydi. İşletme müdürü, hem sektörlerine
özel bazı kalite belgelerine hem de ISO standartları konusunda çok duyarlı
olduklarını anlattı. Zaten giriş koridorunda bir duvarda dizi-dizi duran
sertifikaları ilk geldiğimizde görmüştük.
Yemekhaneden çıkarken mutfak bölümüne de
baktım. Orası da yemekhane ile orantılı bir büyüklükteydi. Peki, bu kadar büyük
yemekhanede kim yemek yiyordu? Çok merak etmiştim.
Üretim bölümlerini gezdikten sonra paketleme,
depo ve lojistik bölümlerini de gezdik. Her yer pırıl-pırıl, işçilerin
üzerindeki tulumlar bile ütülüydü. Adeta ambalajından yeni çıkmış gibiydi.
Bahçeye çıktığımızda tesisin yan tarafında sera gibi camla kaplı büyük bir
binaya götürüldük. Bu binada büyük masaların üzerinde duran dev akvaryumlar
vardı.
Fabrika müdürüne “Firma sahiplerinin hobisi
mi?” diye sorulduğunda müdür, “Bu akvaryumlarda fabrikanın arıtma suyu
kullanılıyor. Arıtma tesisimizin hemen yanımızdan geçen nehre deşarj ettiği
suyun kirli olmadığını buradan rahatça görebilirsiniz” dedi.
Herkes şaşkın haldeydi. Fabrika müdürünü
alkışlamaya başladık. Fabrika personelinden bazıları da aramıza katılmıştı. Ben
akvaryumlara odaklandım. İçlerinde elli-altmış kadar Japon balığı olan on tane
akvaryum başlı başına bir balık çiftliğini andırıyordu. Böylesine büyük bir
fabrikanın, arıtma tesisi konusunda mükemmel bir örnek olduğunu görmek çok
güzeldi.
Ben akvaryumlar ile ilgilenen bir işçiye
balıklarla ilgili sorular sorup merakla yaptıklarını izliyordum. İşçi ile
konuşurken, “Bunların bakımı çok zor olmalı” demeye kalmadan işçi bana: “Fabrikamız
bu akvaryuma çok önem veriyor. Biz sadece yem veriyoruz. Bakımları ile
İstanbul’dan bir firma ilgileniyor” dedi ve firmanın adını verdi.
Rengârenk balıklar bütün ziyaretçileri
büyülemişti. Gezi bittiğinde dönüş yoluna çıktık. İstanbul’a gelene kadar
herkes birbirine, fabrikanın çevreye verdiği önemden ve üretim sistemlerinde
ulaştığı verimlilikten söz etti.
Konferansın yapıldığı otelden ayrılınca eve
dönmeden önce İstanbul’da gezecek zamanım kalmıştı. Otobüse atlayıp Eminönü’ne
gittim. Yeni Cami’nin önünden süs hayvanlarının satıldığı Mısır Çarşısı’nın yan
tarafındaki sokaklarda gezerken, fabrikada işçinin söylediği akvaryumcuyu
sordum. Satıcılardan biri birkaç yüz metre ileride olduğunu söyleyince doğru
oraya gittim.
Büyük bir mağazaydı, içeri girdim. Fabrikada
gördüğüm Japon balıkları hakkında bilgi almak için duvarları üst üste dizili
akvaryumlarla kaplı mağazayı gezerken tezgâhtarlardan biri yanıma geldi.
Tezgâhtara; “Ben Japon balığı baktım” diyerek fabrikadaki balıkları tarif
ettim. Tezgâhtar arka taraftaki duvarda dizili çok sayıda boş akvaryumu
göstererek; “Üzgünüm, bir fabrikanın akvaryumu için toptan satış yaptık. Özel
toplantılar ve geziler olduğunda bir-iki gün önce bizden yüzlerce balık
alıyorlar. O türden elimizde hiç kalmadı” dediğinde merakla sordum. O balıkları
satın alan fabrika bizimkisi idi!
Tezgâhtar; “Her seferinde 400-500 balık alıyorlar, ama hepsi 1-2 günde ölüyor.
Zaten orada insanlar bile kanser oluyor, balıklar nasıl yaşasın!” demesin
mi?
Eee, bu sözün üstüne artık ben kendimi casus filminde gibi hissettim: Hain, kötü adam, biyolojik silah üreten bir laboratuarda çalışmaktadır… Bir gün canı sıkılır ve ürettikleri ölümcül virüsü çalar. Kovalamaca sırasında şişe kırılır ya...
Anlayacağınız, bizim şişe çoktan kırılmış.
Hep sevgi ile kalın…
Murat Sevgi Köşe Yazıları
- Endüstriyel D'evrim
- Göç'en İnsan' Halimiz
- Astronot Da Olur Musun?
- Bir Din Olarak Paraperestlik
- Tarımsal Strateji
- Gdo (Gündemi Değiştirme Operasyonu)
- Kültür, ‘Üretmek' Demektir!
- Ke[N]Dimi Arıyorum: ‘Meşgul'müşüm!
- Vatanın Kalbinin Attığı Yer
- Çorlulular, Kürecik'i İyi Bilir
- Egemenlikten Kurtuluyoruz
- Ekoloji Mi, Ekonomi Mi?
- Neyi Bekliyoruz?!
- Eşelon Ve Promis
- Öküzü Kim Çaldı?!
- Teknoloji Çağının Efsaneleri
- Öyle Veliye, Böyle Öğrenci!
- Nükleer Kobay
- Enerji Sorunları Ve Büyük İhanet
- Kahraman Ordumuza
- Enerji Verimliliği Semineri
- Kumdan Kale
- Kumdan Kale-2
- Facia Senaryosu
- Sosa Bulanmış Çöplük
- Uyutulan Toplum...
- Hayat Dersleri
- Bu Hale Nasıl Geldik?
- Genetiği Değiştirilmiş Olaylar
- 31 Mart Ayaklanması-1
- 31 Mart Ayaklanması-2
- Yakarak Enerji Üretmek “Yenilenebilir” Mi?
- Ateşle Oynuyorlar!
- Elektromanyetik
- Çakallar Sofraya En Son Oturur
- Gemiler Yandı, Geri Dönüş Yok!
- Yönetecek Bir Şey Kalmadı Ki!
- Popüler Kültür
- Her Yıl Aynı Terane
- Kurban Toplumu!
- Sokak Kültürü
- Namuslu / Namussuz
- Kent Ve Sanayi
- Sevgiler Günü'nde Tektaş Alın!
- Baz İstasyonu!