Murat Sevgi - Göç'en İnsan' Halimiz

Murat Sevgi

Göç'en İnsan' Halimiz

Murat Sevgi

Birçok yerde olduğu gibi, Çorlu’da da, kültüre ve sanata verilen değerin yetersiz olduğunu savunurum. Kültür adına, sanat adına yapılanların kalitesinin düşük olduğunu da savunurum. Vasıfsızlar ile kifayetsizlerin el ele vermesinden ortaya çıkacak ürünün kültür adına sunulamayacağı da, sunulsa bile birinin “ben yaptım” demesi ile o ürünün kültür ürünü olmayacağı da bir gerçektir. Kültüre olan ‘ilgisizliğimizde’ İstanbul’a yakın olmanın da büyük etkisi olduğu söylenebilir. Hatta bazen, Çorlu’nun kültür ve sanattan özellikle uzak tutulduğunu düşünürüm.

Bu düşüncemi çürüten, ışıkları görmekten müthiş heyecan duyuyorum. İşte böyle bir geceye daha tanıklık ettim.

Tiyatro Sanatçısı Orhan Kurtuldu’nun davetlisi olarak bir müzikli şiir gecesine katıldım. Çorlu Kültür ve Sanat Derneği’nin düzenlediği müzikli şiir gecesinin teması ‘göç’ olarak belirlenmişti. Göç, aslında bu topraklardaki temel kültür varlığının harcındaki en büyük unsurdur. Konuşmalarda, okunan şiirlerde ve video gösterisinde sunulan göç teması daha çok yakın tarihimizin göçleri oldu.

Göç konulu şiir gecesi, video gösterisi ile başladı. Her yıl mayıs ayının ilk haftasında, Balkanlardan Anadolu’ya göç eden insanların ilk durağı durumundaki Sirkeci Garında gerçekleştirilen anma programında, senaryosunu, yönetmenliğini ve seslendirmesini Orhan Kurtuldu’nun üstlendiği, “Bir Kofer Bir Sandık” adlı etkinliğin videosu gösterildi. Osmanlı’nın son döneminden günümüze ‘göç’ meselesinin tarihsel sürecine ışık tutan görüntüler eşliğinde bir dinleti sunuldu.

Avukat Ayhan Yavuz’un şiirler ve şarkılar ile süslediği sempatik sunumu ile sahne alan şiir dostlarından çok ilginç şiirler ve göç yorumları dinledik. Çocuğunun şiirini okuyan anneler de vardı, eşinin doğum günü için şiir okuyanlar da… ADD Eski İlçe Başkanı Yüksel Gür, ‘Sanat Köprüsü’ kapsamında geçtiğimiz ay katıldığı Balkan gezisi ile ilgili ilginç izlenimlerini aktardı. Yanı başımızdaki yerlere ne kadar uzak olduğumuzu, dünyanın bir ucundaki yerlere de ne kadar yakın olduğumuzu gördük. Göçü ölmek olarak ele alanlar da oldu, gönül göçüne övgüler düzenler de…

Konuşmalar genelde Balkanlar odaklı olsa da, hızla büyüyen ‘kentimizin’ geniş bir coğrafyadan göç aldığı bir defa daha tescil edildi. 2000’li yıllarda dâhil, hiç durmadan devam eden bir göç silsilesinin içinde olduğumuzu gördük.

* * *

Gece boyunca, tüm söylemler ve duygu fışkırmalarının yaktığı ateşin sıcaklığı davetlilerin yüreklerini ısıttı. Ama çevremizi kuşatan, kaynağı pek de ötemizde olmayan kutup soğuğunu hissetmemek de mümkün değildi.

Kor ateşin bir özelliğidir, ışığı çok uzakları aydınlatmaya yetebilir ama ısısı sadece yakın çevresinde hissedilir.

Birkaç metre ötemizde, batık bir geminin enkazından kopmuş tahta parçaları gibi dolaşan, kor ateşten sıcak ama taş gibi kararmış, ışıksız, umutsuz ve çaresiz yürekler vardı.

Buz kesmiş yüreklerden fışkıran umutsuzluğun soğuk nefesi, içeri sızıyordu. Kapıyı açıp, dışarı çıktım. Merdiven boşluğundan başımı uzattığımda, basamaklarda oturmuş, karnına çektiği dizlerini kollarıyla kucaklamış küçük bir kız çocuğunun uzaklara bakan gözlerini gördüm. Beni görünce biraz ürkerek geri çekildi. Yerinden kalkıp birkaç basamak yukarıya çıktı. Göremeyeceğim bir açıya geldiğinde tekrar aynı merdiven sahanlığında yere, aynı şekilde oturdu. Merdiven lambasının ışığından duvara yansıyan siluetini görebiliyordum. Bir süre o kapının önünde bekledim. Kısa aralıklar ile burnunu çekmesinden ağladığı anlaşılıyordu. Merdivenin soğuk taşlarında bir sıcaklık bulmuştu. Çevresindeki onca insanın arasında yalnızdı. Sarılmak için sadece kendi dizlerini bulabilmişti. Sıkıca sarılmış, başını kucakladığı dizlerinin arasına almış düşünüyordu. Neler düşünüyordu, kim bilir?

İçeriden gelen seslerin neyin seslerini olduğunu mu sordu kendi kendine? Bilseydi, o insanların da kendisi gibi göç belasından yakındığını… Bilseydi, o insanların da bir zamanlar kendisi gibi göç ettiğini… Ya da göç insanlarının çocuklarının da büyüyüp kocaman adam olabildiğini bilseydi, belki umutsuzluğundan bir nebze kurtulur muydu?

O küçük yürek, belki, geride bıraktıkları evlerinin yıkık duvarlarını özlüyordu. Kış bastırmadan sığınacak kuytular bulmak gerekmese gelir miydi? Daha birkaç gün önce, oynadığı arkadaşları ne olmuştu? Onlar da bir yerlerde kendisi gibi; belki de, başka bir ‘öğretmen evi’ de onlara sığınak olmuştu… Küçük bir odaya çoluk-çocuk tıkışmaya alışıktı. Üst kattaki odadan bir ses geldi. Ben ne dediğini anlamadım. Küçük kız, fişek gibi yerinden zıpladı ve koşarak koridorda kayboldu. Yanlarında çok küçük çocuklar da vardı. Babasının kazağını palto gibi giymiş, çıplak ayakları ile gezinirken, olup bitenden habersiz gülüyordu…

Bizler içeride videoda göç görüntüleri izlerken, onlar kapının arkasında canlı ‘performans’ sergiliyorlardı, içten, yürekten ve gerçek üstü bir filmin içinde. O filmin; senaryosu “kader”, yönetmeni “insanlık”, oyuncuları “kurban” lık!


Sallamış kader yurtlarını,

Almış ellerinden evlerini,

Almış insanlık umutlarını,

Ateş gibi yanan yüreklerini,

 

Koymuşlar evlerin önüne bezleri,

O bezden çadırlar yeni evleri.

Soğuktan üşüyen küçük elleri,

Yürekleri yakmış bezden evleri,

 

Göçmüşler bazıları yanarak!

Göçmüşler bazıları donarak!

Karlar içinde yalınayak,

Kalmışlar toprak üstünde şanslılar,

 

Soğuk dondurmuş yüreklerini,

Sarmamış kimse yaralarını.

Sarmış keder ruhlarını.

Kesmiş birileri biletlerini,

 

Böylece göçmüşler Batı’ya!

Bazıları göçmüş öbür dünyaya,

Birkaçı da çoluk çocuk Çorlu’ya,

Hep, ‘bazıları’ olmuş adları ya;

 

İsterseniz; göçen insanlık deyin,

İsterseniz; göç, en insanlık hali…

İsterseniz, insanlık sussun, artık!

Her zamanki gibi bırakın, kader konuşsun:

 

Bazıları, YURTLARINDAN GÖÇER,

Bazılarının, YURTLARI BAŞLARINA GÖÇER!

Hep sevgi ile kalın.

KÖŞE YAZARLARI
Murat Sevgi

Murat Sevgi

Yılmaz Çivici

Yılmaz Çivici

Nijat Ayvaz

Nijat Ayvaz

Mehmet Ali Esmer

Mehmet Ali Esmer

Atıf Mutlu

Atıf Mutlu