Murat Sevgi - Çorlulular, Kürecik'i İyi Bilir

Murat Sevgi

Çorlulular, Kürecik'i İyi Bilir

Murat Sevgi

Bu aralar, “Çevre-çevre-çevre sıkıldık artık, başka konu yok mu?” diyenleri daha fazla sıkmamak adına, namlumu başka yerlere çevirdim. Ama şeytanın işine bakın ki yine Çorlu ile ilgili bir musibete el atmak zorunda kaldım.

1970’li yıllarda, Soğuk Savaş’ın kasveti ülkemizin her yerini sarmıştı. O yıllarda çocuktum. Evimizin pencerelerini koyu renk kâğıtlarla kapladığımızı çok iyi hatırlıyorum. Pencere kenarında bir somyada yatıyordum. Sessiz bir mahalleydi. Sokakta ufak tefek bir tıkırtı olsa merak etsek de bakamazdık. Pencerelerimize yapıştırdığımız o kâğıtları, Yunan uçaklarının hava saldırısı olursa ışıklarını görüp şehirlerin yerlerini tespit etmesinler diye yapıştırıyorduk. Yaşanan korku rüzgârı herkesin sesini kısmıştı. Radyodaki spikerin sesi boğazımızda düğümleniyordu. O yıllarda ilkokula başladım. Okul bahçesinin hemen yanında Şirinler’deki Gargamel’e rahmet okutturacak bir adamın evi vardı. Ne zaman elime top alsam, gözüme o adamın yüzü gelir. Huysuz ihtiyar, elinde bıçak, bahçenin kendi tarafında nöbet tutar, kaleci gibi yakaladı mı; topumuzu indirirdi…

1980’li yılların ortalarında, küçük kasabamızda hayat eskisi gibi devam ederken Amerika Kıtası’nın bir yerlerinde, ABD’nin o güne kadar tasarladığı en önemli savunma projesinin çalışmaları son safhaya gelmişti. Sistemin amacı dünya üzerindeki herhangi bir noktadan fırlatılacak füzenin birkaç dakika içerisinde tespit edilerek Amerika’ya yaklaşamadan yok edilmesiydi. O tarihte Sovyet Bloğu ayakta duruyordu ve bilinen en büyük tehlikeydi. Sovyetler ve (Polonya, Doğu Almanya gibi) bağlı devletleri gözlem altında tutulmak zorundaydı. Amerika, ‘düşmanını’ Pasifik’ten Kuzey Buz Denizi’ne, Doğu Avrupa’dan Güney Asya’ya kadar kuşatan, konvansiyonel bir izleme ağı kurmuştu. Bu ablukanın en büyük cephesi; Kuzey Avrupa’nın Buz Denizi açıklarından başlayıp Balkanlar, Trakya ve Anadolu’ya kadar uzanan (Sovyet Rusya’ya göre) Batı Cephesi idi. O zamana kadar bu cephenin önemli kalelerinden birisi de Çorlu’daydı.

Evet, yeni Çorlulular pek bilmez ama Çorlu; Soğuk Savaş’ın önemli noktalarından biriydi.  Kasabamızı, Soğuk Savaş’ın tam ortasında bırakan büyük bir NATO üssü vardı. Uzay mekiğinin inebileceği dünyadaki birkaç noktadan birisi olarak gösteriliyordu.

Bu günlerde İsrail’in, İran’a saldırması ya da ABD ile İran arasında bir savaş çıkması potansiyeli ortaya çıkartmak için NATO’nun İran’ı taciz etmesi amacıyla kurulan bu radar üssü yüzünden Malatya’nın Kürecik kasabasında neler yaşandığını kolayca tahmin edebiliyoruz…

ABD hükümeti, kendi egemenliğini İsrail’in siyasi partnerliği ile güçlendirmeye çalışıyor.  Bu ‘partnerlik’ misyonunu; İsrail’in dış stratejik planlarına taşeronluk düzeyine getirerek destekliyor. Şimdi İsrail ve ABD’yi bir kenara bırakalım da bundan 30 yıl öncesine dönelim:

ABD için savaş planları yapanlar, o tarihlerde dünyanın en büyük projelerinden birini ABD Hükümeti’nin önüne getirdiler. Bu projenin adı; Yıldız Savaşları Projesi’ydi.

Yıldız Savaşları Projesi’nin tasarımında ve vizyon planlarında; dünyanın önemli teknologlarının yanı sıra; gelecek bilimciler, stratejistler, film senaristleri, hatta üniversite öğrencileri bile çalıştırılıyordu. İşin bu kadar sulandırılmasının arkasında projenin ‘herkesin fikrine açık olması’ gibi ulvi bir amaç düşünülse de asıl amaç başta ABD halkı olmak üzere tüm dünyaya bu projeyi pazarlayabilmekti.

Yıldız Savaşları adı bile; Süperman ve Star Track gibi dünya dışı kahramanlık öğeleri kullanarak, sanal gururlanma ortamında kendi kendini tatmin etmeye alışmış ‘modern’ insanın umutlarını sömürmeye yönelik bir pazarlama aracı idi. Ürün tümüyle kamuoyu için üretilmişti. Psikolojik harbin en önemli unsurlarından biri olan ‘meydan okuma’ duygusu ile ortaya atılmıştı. Karşısındakine, “Ben yıldızlarla bile savaşırım! Sen kimsin ki?” diyordu.

İşin asıl amacı, ABD bütçesinden silahlanmaya ayrılan payı büyütmek ve bu payın talan edilebileceği yeni bir mecra elde etmekti. Çünkü ABD yaramaz bir çocuk gibiydi, oturmaktan sıkılmıştı. 1970’lerden beri uzayda işler kesattı. Vietnam’dan beri kan dökmek mümkün olmamıştı ve ekonominin omurgası olan silah sanayi, açlıktan kendi kuyruğunu ısıran yılana dönmüştü. Bunlar yetmiyormuş gibi çevresinde büyük bir kan festivali sürmekteydi: İran Irak’la, İsrail Lübnan’la, Sovyetler Afganistan’la, İngilizler Arjantin’le savaşıyor ama ABD o koca cüssesi ile mahalle maçına gitmek isteyip evden çıkamayan tosuncuk gibi sıkıntıdan patlıyordu.

İşte Yıldız Savaşları Projesi böylesine gergin bir ortamda ‘vizyona girdi’. Üstelik ABD’nin en ünlü artistlerinden biri başroldeydi. Reagan, Beyaz Saray’da oturuyordu! Film çevirme konusunda ay seyahatini bile sanal olarak yapacak kadar ileri düzeye ulaşan teknoloji, 3’üncü Dünya Savaşı’nı da belki Yıldız Savaşları Projesi ile Atari oyunu gibi halledebilirdi. Ama tutmadı!

Yaramaz çocuk tam pencereden kaçıp sahaya inmeyi kolluyordu ki: pili biten Sovyetler, 70 yıllık imparatorluğu kendi isteği ile dağıttı. Takımlardan biri daha sahaya çıkmadan dağılınca maç da yattı. ABD’nin silah tüccarlarının hevesi kursaklarında kaldı. Yıldız Savaşları Projesi, 90’lı yıllara girilirken sessiz sedasız askıya alındı.

Ama bu umutsuzluk fazla sürmedi. Saddam Ağabeyleri, onlara kanlı bir savaş daha hediye etti. Böylece silah tüccarları da; kanın bereketi ve ölümün hayrına ceplerini doldurma fırsatı buldular.

Olaylar o güne kadar tıngır mıngır devam etti... Devam etti de ABD’nin her şeyi uçlarda yapmaya alışmış marjinalleri yine durmadı. Mortgage diye başladılar, moraran başka yerleri oldu.

2008’e gelindiğinde topu diktiler. Kendini Amerika’ya bir yerlerinden bağlı hisseden ne kadar şirket, fon, holding ve devlet varsa, aynı şekilde topu dikti. Aradan dört(*) yıla yakın zaman geçti. Ama bir türlü düze çıkan olmadı. Bu kadar topu diken olunca, bunları gören silah tüccarlarının aklına yine toplar ve tüfekler geldi. İsrail’in İran takıntısı yine depreşti. (Hani şu, Türkiye’nin daha güçlük olmak için, 100 milyonu aşmaya çalıştığı 5 milyonluk devlet.) Başladılar savaş naraları atmaya:

-“Ya Kuzey Kore füze atarsa!”,

-“İran’ın nükleer füzesi New York’a kaç saatte gelir.”,

-“Eski Sovyet nükleer silahları teröristlerin eline geçmişse.”

-“Olası bir İran-İsrail savaşında ABD’nin bölgedeki stratejik varlığı zarar görürse…”

Biz bunları yemedik! Ama yiyenler için mönüde yine kan var. Hem de ‘öldürmenin’ ustasından!

En taze fantezi:

“Biri füze atacak, kalkan pıt diye indirecek!”

Şimdi bu silah tüccarları, simsarları, komisyoncuları, siyasetçileri; Füze Kalkanı’ndan öyle bir indirecekler ki: Onlar için kriz mriz kalmayacak.

Washington’da birileri, gece, kuş tüyü yataklarında fosur-fosur uyuyabilsin diye; Irak, Afganistan ve Libya gibi Suriye’ye de demokrasi getirecekler ya, ben soruyorum: O demokrasiyi kendi Arabistan’ına niye getirmiyorsun? Hangi Arabistan olacak canım, U.S.Arabistan!

Benim tavsiyem şu:

Aman ha! İndirmişken iyi indirin. İndirme sırası vatandaşa gelince; topunuzu indirecek...

Hep sevgi ile kalın…

KÖŞE YAZARLARI
Murat Sevgi

Murat Sevgi

Yılmaz Çivici

Yılmaz Çivici

Nijat Ayvaz

Nijat Ayvaz

Mehmet Ali Esmer

Mehmet Ali Esmer

Atıf Mutlu

Atıf Mutlu